Avatar

2009 yılından bu yana adına çok şey yazıldı, üzerine çok cümle kuruldu. Birkaç cümle de ben kurayım diyorum. Hazır ikinci film çıkmışken ve üçüncü filmin çalışmaları yapılırken fırsat bu fırsat diyor ve yazımıza başlıyoruz.

Öncelikle senaryo olarak en çok gişe hasılatı elde edecek seviyede olmamasına rağmen sırf 3D reklamıyla geçen 15 yıla yakın sürede, bu filmden daha çok kazanan bir film çıkmadı. Bu müthiş bir başarı. Yenilikçi işler ile reklam birleştiğinde neler ortaya çıkacağını adeta gözümüzün içine içine sokuyor.

Filmin senaryosu aslında klişeleri barındıran bir senaryo. Ha diyeceksiniz 100 yıldır filmler çekiliyor elbet artık bir yerden sonra tekrara bağlayacak. Siz de haklısınız der geçerim. Ama bu filmin yenilikçi olan tek yanı 3D olmasıydı. Eğer 3D olmasa muhtemelen bu kadar büyük gişe elde edecek bir hayran kitlesini toplayamazdı.

Senaryoda klişeler var dedik ama başarılı bulduğum bazı yönleri de var elbet. O yüzden o kısma da değinmek gerekiyor. Eğer insanlık bu ego ile başka gezegene yolculuk edebilecek kadar teknolojisini geliştirirse, evet o gezegeni bir çeşit sömürge haline getirmek isterdi. Özellikle Albay Miles Quaritch gibi Amerikan askeri kültürü ile yetişmiş birinin empati yapmaksızın, sadece sömürge anlayışı ile bu harekatı yönlendireceği konusunu iyice işlemişler. Bu yönünü başarılı buldum. Çünkü aynı zamanda insanın kendini diğer bütün varlıklardan üstün görme yönünü temsil ediyordu. Stephen Lang gerek ses tonu gerek jest ve mimikleri ile karakterin, duyguları alınmış, tamamen göreve odaklı bir asker modelini bu denli başarılı yansıtması da karakteri güzel hale getirmiş.

Ticaret şirketi sahibi Parker Selfridge karakteri ise tamamen pragmatist insan modelini temsil ediyor. Ne olursa olsun oradan kendine ve özellikle cebine/cüzdanına bir fayda devşirmeye çalışan, teknolojinin gelişmesi ile bireyselleşen en basit insan modelini çok güzel tasvir ediyor. Oyuncuyu canlandıran Giovanni Ribisi aslında bu tip roller için de başarılı bir isim. Bu tercihi de artı olarak yazdım.

Zoe Saldana için de bir paragraf açmak istiyorum. Bu ablamızı farklı bir renge boyayıp filmin ana karakterlerinden biri yaparsanız, gişe rekoru kırıyorsunuz. Kesin bilgi efendim bu. Ablaya öyle bir skill yüklemişler. Kullanmasını bilen parayı kırıyor. Bakın Star Terk’in yeni versiyonlarına, orada ablamıza sadece kıpkırmızı kıyafet giydirmişler ama istedikleri başarıyı yakalayamadılar. Halbuki ten rengi de kırmızı olan bir Uhura izleseydik Star Trek de bugün gişe rekorları kırmış olabilirdi 🙂

Filmdeki oyuncu seçimlerini karakterlere uygun bulduğumu da genel hatları ile belirteyim. Jake Sully karakterini Matt Damon’un reddettiğini okuduğumda acaba o nasıl olurdu diye düşündüm. Ama Sam Worthington’un da bu filmden yiyeceği ekmek varmış ne diyelim. Yoksa Matt Damon’dan aşağı kalır bir performansı yoktu.

Matt Damon demişken, Jake Sully karakteri için filmin gelirinin %10’u teklif edilmesine rağmen reddediyor. Hem de Bourne serisi için. Sean Connery’nin Gandalf’ı reddetmesi mi yoksa Matt Damon’un Jake Sully’i reddetmesi mi daha öne geçer bilemedim. Dipnot olarak, Connery gişe gelirlerinin %15’i olan teklifi reddettiğini söylemek lazım sanırım.

Geçelim filmin diğer alanlarına. Görselliğe laf söylemek haddime değil. Çünkü hakkını veriyor onca reklamın. Zaten onca vaade rağmen bu seviyelere çıkamasaydı bugün James Cameron’dan laf açıldığında çoğumuz ağır eleştiriler yöneltirdik ama işte diyoruz ki “James Cameron abi…” en çok gişe elde eden 5 filmden üçünün yapımcısı ve yönetmeni… Aynı zamanda senaristi ama bence asıl öne çıkan yönleri doğru oyuncu seçimleri ile doğru yönetmenlik tarzı.

Evet, eleştirerek yazmaya başladığım Avatar filmini beğendiğimi ifade eden yazımızı da böylelikle tamamlıyoruz. İkinci filme dair yorumlarım da kısa bir aranın ardından sizlerle olacak. Ona göz atmayı da unutmayın diyor, film hakkındaki yorumlarınızı da yazmanızı beklediğmi hatırlatarak yazımı burada noktalıyorum 🙂

Yorum bırakın